Atatürk neden Ankara’yı seçti?

şerbetçi

Member
Katılım
25 Eyl 2023
Mesajlar
29,787
Tepkime puanı
0
Puanları
16
1923 yılında birçok tarihi olay gerçekleşti.

24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalandı.

13 Ekim 1923’te, Dışişleri Bakanı İsmet İnönü’nün verdiği kanun tasarısının Meclis’te kabul edilmesiyle Ankara “Türkiye Devleti’nin başkenti” oldu.

16 gün sonra 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edildi.

Ankara’nın başkent ilan edilmesi, o yıllarda çokça tartışıldı.

Hem İstanbul hem de yabancılar uzun süre Ankara’nın başkent olmasına karşı çıktılar; bu kararın geçici olduğunu ve birkaç yıl içinde İstanbul’un yeniden başkent yapılmasını beklediler.

İngilizlerin, İstanbul’daki büyükelçiliğini taşımaya karşı çıkarak, yanına ABD ve başka batılı ülkeleri de alarak Ankara’nın başkent olmasına direnişi 1930 yılına kadar sürdü.

İstanbul’un tüm imkânlarına rağmen, 25 bin nüfuslu bir Anadolu kasabası görünümündeki Ankara’nın başkent olması ve sonra da başkent olarak kalması için Atatürk neden ısrarcı oldu?

Neden Ankara?

Diplomat, tarihçi Bilal Şimşir, Ankara… Ankara… Bir Başkentin Doğuşu kitabında, Ankara’nın başkent olarak seçilmesinin en önemli nedeninin, Ankaralıların, Atatürk’ün başlattığı milli mücadeleye başta müftü Rıfat Börekçi olmak üzere tüm halkıyla başından itibaren tam destek vermesi olduğunu belirtir.

“Başkentin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması, başlı başına bir devrimdir. Atatürk devrimleri zincirinin çarpıcı halkalarından biridir. Genel Türk devrim tarihi içinde önemli bir yer tutar. İstanbul dururken, Anadolu ortasında yeni bir başkent düşünmek bile o zamana göre devrimci bir düşünceydi.”

Şimşir, Atatürk ile Ali Fuat Cebesoy’un 1918’den itibaren, Anadolu’da başlatılacak silahlı direnişin merkezi olarak Ankara’yı düşündüklerini ve bunun sonucu Cebesoy’un komutanı olduğu 20. Kolordu Karargâhını Konya’dan Ankara’ya kaydırdıklarını anlatır.

Cebesoy, anılarında neden Ankara’yı seçtiklerini anlatıyor.

“Mustafa Kemal Paşa’nın ve benim görüşümüze göre, Ankara her türlü teşkilata, birliğe ve harekât başlangıcına müsait stratejik bir mevki idi. İstanbul hükümetinden ve İngilizlerden evvel burasının tarafımızdan tutulması en büyük emelimizdi.”

Şimşir, Atatürk’ün, Sivas ve Amasya’da bulunduğu dönemde, Ankara’da belediye başkanı ve müftünün, İstanbul’dan gelecek valiye karşı çıkarak sonunda isteklerini kabul ettirebilmelerinin de milli mücadeleye uygun bir yer olarak öne çıkmasını sağladığını belirtir.

“Ankara’yı Ankara yapan biraz da bu gibi olaylardır. Ankara, İstanbul hükümetine kafa tutmuş, hükümetin gönderdiği valiyi kabul etmeyip geri çevirmiş ve bu kavgadan üstün çıkmıştı.”

Şimşir’e göre, 27 Aralık 1919’da Atatürk başkanlığındaki heyetin Ankara’ya gelişi sırasındaki çoşkulu karşılama, Ankara’nın başkent olma yolunda önemli bir aşamadır.

Atatürk, Ankara halkının kendisini, “gerçekten içten gelen parlak ve güven verici duygularla karşıladığını” söyler. Karşılamayı nasıl bulduğunu soran Cebesoy’a, “Cidden fevkalade, tebrik ederim, Ankara hakikaten milli bir merkez haline gelmiş.” der.

Falih Rıfkı Atay’ın yorumu

Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabında, başkent olarak Atatürk’ün neden Ankara’yı seçtiğini sorar ve kendisi karşılık verir.

“Mustafa Kemal acaba neden Ankara’yı seçti? Meselenin böyle konuşu doğru değildir. Mustafa Kemal sadece Ankara’da kalmaya karar vermiştir. Ankara ilk zamanları milli kurtuluş savaşının karargâhı idi. Düşman, onun yakınlarına kadar gelmiş, fakat kapısını zorlayamamıştı. Yer yer birçok bölgelerde Büyük Millet Meclisi’ne karşı ayaklanmalar olmuşken, Ankara hareketi Mustafa Kemal’i sonuna kadar tereddütsüz tutmuştur. Tutuşunun sebebi baskıdan değildir. Sonra din işleri reisliği vazifesini gören rahmetli Hoca Rıfat Efendi, pek vatansever, dürüst ve cesur, bundan başka Ankaralıların da pek saydığı bir adamdı. Sert yaylanın bu çetin karakteri, hemşerileri ile beraber, en güç zamanlarda Mustafa Kemal’e bağlı kalmıştır ve sadece inandığından ve inandıklarından! Bundan başka demiryolu Ankara’da sona ermekte idi.”

Şevket Süreyya Aydemir’in yorumu

Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam kitabında, Ankara’nın başkent ilan edildiğinde 25 bin nüfuslu “viran” bir şehir olduğunu söyler.

“Ankara’ya yerleşme kararı, istiklal mücadelesinin gelenek ve hatıralarına karşı asil bir saygı ve bağlılık nişanesi olduktan başka Ortadoğu’nun yeni jeopolitiği bakımından da gerçek ve ileri görüşlülüğe dayanan bir olaydı. Demek artık yeni devlet, Anadolu temeli üstünde gelişecek ve İstanbul’un rahatlık verici, yumuşatıcı havası, yeni liderlerin henüz bozulmamış iç varlıklarını sarsmayacaktı.”

İstanbul’un direnişi

Aydemir, İstanbul’un uzun süre Ankara’nın başkent ilan edilmesine karşı çıktığını anlatır.

“Fakat gerçek şu idi ki, Ankara’nın hükümet merkezi ilan edilişinden sonra İstanbul, Ankara ile pek kaynaşamamıştı. Ama bu ruh halini bütün İstanbul halkına mal etmek insafsızlık olurdu. Gerçi bir İstanbul vardı ki, Ankara’nın bütün yaptıklarına karşı idi. Bu İstanbul, muhalif İstanbul gazetelerinde dile geliyordu. Zaten Ankara’yı savunan az sayıda gazete tutmuyor, satılmıyordu. Bu arada Falih Rıfkı’yı, Akşam gazetesinin kurucularından olduğu halde, Ankara’yı tutan yazıları gazetenin satışını düşürdüğü ileri sürülerek gazeteden ayırmışlardı. Hatta Ankara’ya cephe alan, fakat halk ve memleket efkârına müessir olan muhalif gazetelerden başka, iş âlemi de Ankara’nın merkez oluşunun aleyhinde idi. İttihatçı etkileri de hâlâ kuvvetliydi.

“Hava Ankara’ya, hele Gazi’ye karşıydı. Sonra Osmanlı bürokrasisinin İstanbul’da yerleşmiş büyük kitlesi de manen ve maddeten rahat değildi. Hulasa eski İstanbul’un üst tabaka denebilecek kısmı ile Ankara’nın merkez oluşundan zarar görenler havayı bulandırıyordu. Saltanat düşkünleri de elbette ki, Ankara’ya duacı olamazlardı. Zaten İstanbul basını ne cumhuriyetin ilanını ne hilafetin kaldırılmasını benimsemişti. Terakkiperver Fırka’yı da elbirliğiyle tutmuşlardı. Bu partiyi kuran Rauf Bey, bir milli kahraman sayılıyordu. Hulasa bin bir maddi ve psikolojik sebepler, Ankara ile İstanbul’un kaynaşmasına engeldi. Vatan’da Ahmet Emin, daha 1924 Kasım ayında, Mustafa Kemal’den politikadan çekilmesini isteyen yazılar yazmıştı. Hem bu gazetelere göre Ankara ancak 30 bin nüfus barındırabilirdi. Bu şehrin gelişme kabiliyeti de yoktu. Daha fazla nüfus orada mutlaka hasta olurdu. Hele yabancılar Ankara’ya nasıl giderlerdi ki? Ya maazallah hasta olurlarsa, dünya yerinden oynamaz mıydı?

“Yabancı sefaretler ve onların çevresindeki yabancılar ile Levanten denilen yerli yabancılar yahut tatlı su Frenkleri keza Ankara’yı benimsemiyorlardı. Kendilerine arsalar gösterildiği halde yabancı sefaretler Ankara’da bir türlü esaslı inşaata geçmiyorlardı. Bunda suçları da yoktu. Mesela bir Türk gazetecisi olarak Vatan’da Ahmet Emin Yalman şöyle yazıyordu:

“Son buhranlı günlerin verdiği bir ders vardır ki hükümet erkânının gözünden kaçmamak icap eder. O da Ankara’nın merkez olmak şartıyla bu memleketin mükemmel, muntazam bir surette idare edilmesinin mümkün olmadığıdır.”

Atatürk’ün tercihi

Atatürk, Nutukta, coğrafi ve stratejik durumun büyük önemi olduğunu belirttikten sonra başkent ile ilgili düşüncelerini şöyle aktarır.

“Başkentin İstanbul olarak kalacağı veya Ankara’ya taşınacağı konusu üzerinde öteden beri içte ve dışta kararsızlıklar yaşanıyor, basında açıklama ve tartışmalara rastlanıyordu. Bu arada, İstanbul’un yeni milletvekillerinden bazıları, Refet Paşa başka olmak üzere, İstanbul’un başkent kalması gereğini bazı örneklere dayanarak kanıtlamaya çalışıyorlardı. Ankara’nın gerek iklim, ulaşım araçları ve gelişme kapasite ve yeteneği ve gerek var olan kurumlar ve kuruluşlar bakamından hiç de uygun ve elverişli olmadığını söylüyorlar ve İstanbul’un payitaht olması gerekli ve kaçınılmaz diyorlardı. Bu ifadeye dikkat olunursa, bizim başkent tabiriyle anlatmak istediğimiz anlam ile bu ifadelerdeki (payitaht) tabirini kullananların görüşleri arasında bir fark görmemek mümkün değildir. Dolayısıyla, bu konuda zaten kararlaşmış olan görüşümüzü resmen ve yasal olarak doğrulatarak, payitaht tabirinin de yeni Türkiye Devleti’nde anlamı ve kullanım yeri kalamadığını göstermek gerekti.”

İngiltere: “Ankara en fazla iki yıl başkent kalır”

Bilal Şimşir, Ankara’nın başkent olarak ilan edilmesinden sonra batılı ülkelerin tanımama konusunda yıllarca direndiğini anlatır. Lord Curzon, 24 Ekim 1923’te Paris, Roma, Washington ve Tokyo büyükelçiliklerine gönderdiği şifreli telgrafta, “Majesteleri hükümeti, her halükârda Ankara’ya bir büyükelçi göndermemeye kararlıdır.” der.

İngiltere bu başkentlerle işbirliği yaparak, büyükelçiliğini 1930 yılına kadar İstanbul’dan Ankara’ya taşımakta direnir.

İnönü’nün dışişleri bakanlığından başlamak üzere, ondan sonra gelen diğer bakanların çabalarına rağmen, büyükelçilerini Ankara’ya taşımayı kabul etmezler.

Ankara, tüm ülkelere büyükelçilik binaları için karşılıksız arsa verilmesine ilişkin bir kanun çıkarır. Bunu ilk kabul eden İstanbul’da elçiliği bulunmayan Polonya’dır. İngiltere’ye uymayan Rusya, İran büyükelçiliklerini Ankara’ya getirirler ve büyükelçilik binalarının inşaatına başlarlar. Ama İngiltere, ABD, Fransa, İtalya ve Japonya’nın direnişi devam eder.

Şimşir, bunun en önemli nedenin, bu ülkelerin, Ankara’nın birkaç yıldan fazla başkent kalamayacağına ve sonunda yeniden İstanbul’un başkent olacağına inanmaları olduğunu anlatır.

Şimşir, İstanbul’daki İngiliz temsilcinin Londra’ya gönderdiği rapordaki şu ifadelerini aktarır:

“Bugünkü Büyük Millet Meclisi beklenmedik biçimde sahneden çekilmezse, Ankara yıllarca başkent kalabilir. Hatta bu meclisin sahneden çekilmesi bile, saltanat diriltilmedikçe, mutlaka İstanbul’a dönüleceği anlamına gelmez. (…) Ben, bugünkü Büyük Millet Meclisi’nin iki yıllık ömrü olacağını ve Ankara’nın en az iki yıl başkent kalacağını sanıyorum. Majesteleri temsilciliğinin Ankara’ya taşınması, Türk hükümetini ve Mustafa Kemal’i elbette çok memnun edecektir. Ama bu taşınma, majesteleri hükümetinin tatsız ve aşağılayıcı bir taviz vermesi anlamına gelir kanısındayım.”

Şimşir, ABD Dışişleri’nin de Ankara’nın sürekli başkent kalacağını düşünmediğini ve başkent ilan edildikten sonra bile Kasım 1923’te, “Ankara başkent yapılsa bile Türkler, birkaç yılda bunun yürümeyeceğini anlayacak ve yeniden İstanbul’a dönecektir.” yorumunu yaptıklarını belirtir.

Şimşir,1925’te İstanbul’da 18 devlet, Ankara’da dört devlet temsilciliğinin bulunduğunu anlatır.

Atatürk’ün Ankara’dan vazgeçmeyeceğini anlayan İngiltere’ye çıkış yolunu gösteren yine Atatürk olur.

Yeni atanan büyükelçi Sir George Clerk da, İstanbul’da oturmakta ve İngiltere’nin milli günlerinden olan kralın doğum günü davetlerini İstanbul’da vermektedir.

Atatürk, Türkiye’deki yabancı misyon şeflerini ve kıdemli diplomatları, 1 Haziran 1929 günü Ankara’da, Çankaya’daki yeni köşkünün bahçesinde garden partiye davet eder.

Şimşir, bu partinin 1 Haziran öğleden sonraya rastlatılmasının, İngiliz büyükelçisini, 3 Haziran’daki kralın doğum günü resepsiyonunu Ankara’da vermeye zorlamak amaçlı olduğunu ifade eder.

Clerk, buna uyar, hem Atatürk’ün partisine katılır hem de davetini Ankara’da verir. Bu davete üst düzey yetkililerin katılmasından sonra İngiltere ile birlikte diğer ülkelerin Ankara direnişi kalkar. Yeni binaların yapılmasıyla 1930’dan itibaren Ankara’da görev yapmaya başlarlar.
 
Üst