Cannes, sadece ünlü festivali sırasında, oraya doluşan ünlüler ve yarattıkları skandallarla gündeme oturur. Bodrum, Halikarnas Balıkçısı’nın onu Türkiye’nin hatta dünyanın dikkatine getirdiğinden beri, her daim gündemdedir. Hem de nasıl! Sadece minicik bikinileri ve ünlü sevgilileri veya eşleri ile her an bir kamera onları çekecekmiş gibi şuh pozlarla dolaşan starlar veya heyula gibi motor yatlarını, diledikleri yere demirleyen Arap şeyhlerinden, Rus oligarklardan söz etmiyorum. Diğer insanlar da onlardan geri kalmıyorlar.
Yaz-kış yaşadığım Bodrum’da geçen gün, kıyıda bir gölge bulmuş, Michelle Nijhuis’in, “Türleri Kurtarmak” kitabına dalmıştım ki, hoşsohbet bir dostum, “Bir kahve söyle. Sana anlatacaklarım var.” diye çıkageldi. “Hoş geldin.” dedim. Kahveler gelince anlatmaya başladı.
Dallas dizisi mi? Monşerler sitesi mi?
“Bodrum’un gözde koylarından birinde yıllar önce, aralarında bir iki paşa, vali olsa da monşerlerin kurduğu iki siteden birinde neler olduğunu biliyor musun?”
“Hayır.”
“Bu monşerler sitesi cadı kazanına dönmüş. Son 10 yıl siteyi yöneten bazı monşerler veya eşleri, ‘ben yaptım oldu.’ zihniyetiyle siteyi öyle bir hale getirmişler ki, sonunda konu yargıya intikal etmiş. Bir kaç aklı başında Büyükelçi, ‘yapmayın. Hukuktan ayrılmayın. Zaten milletin gözü arazimizde ve denizimizde. Buraya el koymaya çalışıyorlar. Onlara bahane vermeyin.’ diye uyarmaya çalışmışlar. Kim dinler? ‘Bu sitede biz ne dersek o olur!’ düşüncesindeki küçük bir kadınlar grubu, bir zamanlar kendilerinin veya eşlerinin amiri olan kıdemli büyükelçilere bir de yuh çekip, ‘Bunak’ diye bağırmışlar.”
Bilgi kaynaklarının geniş ve güvenilir olduğunu bildiğim dostuma nasıl baktıysam, “Sana öyle şeyler anlatacağım ve göstereceğim ki inanacaksın.” demek gereğini duydu.
Ülkenin küçük bir modeli
“Hukuksuzluk, usulsüzlük, kuralsızlık ve keyfi yönetim siteye zarar vermeye, Belediye ceza üstüne ceza kesmeye başlayınca, o bir grup ‘bunak!’, konuya el atmak ve araştırmak gereğini duymuşlar ve her şey ortalığa dökülmüş. Yine de efendilik etmişler ve diplomat olarak meslekte yaşadığı başarısızlığın da etkisi altında o küçük kadınlar grubunun oyuncağı olan son yöneticiyi ve denetçileri, somut belgelerle, yazılı olarak defalarca uyarmışlar. Usulsüzlüklerin düzeltilmesini istemişler. Sitenin hukuka ve kurallara uygun olarak yönetilmesinde ısrarcı olmuşlar. Peki ne olmuş? Şimdi sıkı dur! Sitenin bu duruma düşmesinde rolü olanlar, usulsüzlükler araştırılırsa hepsinin başının derde gireceğini anlayınca, konuyu gündeme getiren ve belgeleyen kişilere iyice cephe almışlar. Onlardan birini, örnek olsun, diğerleri de görüp sussunlar diye, mülküne çöküp, siteden atmaya karar vermişler. Vermişler de bunun için sağlam kanıt gerek ama yok. Mike Hammer, “kanıt yoksa yaratılır.” derdi. Onlar da öyle yapmaya karar vermişler.”
Monşer kumpası
“Sitenin Genel Kurul toplantısından bir kaç gün önce, aralarında bir eski monşer-bakanın da bulunduğu bir grup, mülküne “çökmeyi” planladıkları Büyükelçiyi karalayabilmek için bir kumpas kurmuşlar. Önce bir monşerin eşi, diğer bir malike ait aracın sileceğini kırmış. Ertesi sabah, kumpasın mimarlarından bir kadın monşer, site plajında dolaşarak, sileceği, olayla hiç bir ilgisi olmayan, hedefe koydukları Büyükelçinin kırdığını yaymış. Amaçları, Genel Kurul toplantısı öncesinde, o Büyükelçi hakkında algı ve tepki yaratmak ve Büyükelçinin konutuna el konulması girişiminde bulunması için Yönetim Kurulu’na yetki verilmesini sağlamakmış.”
“Yok artık!” demişim.
Dostum kendinden emin devam etti: “Bil bakalım sileceği kıran kimmiş?”
“Ne bileyim?”
“İftira atılmak istenen kişi yıllar önce, Avrupa’da katıldığı bir toplantıdan arabasıyla dönerken, sileceği kıran kişinin bebeği için paket paket çocuk bezi getirmiş. Geçen yıl da Belediye Başkanı ile görüşerek, o kişinin sitedeki evinin yıkım kararını iptal ettirmiş. Peki, iftirayı yayan kim?”
“Hiçbir fikrim yok dedim ya!”
“O Büyükelçinin konutuna ‘çökülmesi’ için kapı kapı dolaşıp imza toplayan ve İftirayı plajda yayan kişi, Dışişleri Bakanlığı’nda göreve başladığında oturacak oda verilmediği için ona odasında yer veren şimdi iftira atmaya çalıştığı kişi geçici görevle birkaç gün için odadan ayrıldığında, onun masası ile kendi masasının yerlerini değiştiren kadın monşermiş.”
“Hiç bir iyilik cezasız kalmaz.’ diyebildim.
“Bitmedi” dedi dostum ben onu ağzım açık dinlerken.
Unutulan kameralar
“Kumpası kuranlar, sitenin güvenlik kameralarını unutmuşlar! Jandarma kamera kayıtlarından kıran kişinin net görüntülerine ulaşmış.Olay sitede duyulmuş ama o kişiler hala fütursuzca insan içine çıkıyorlarmış! Monşerler dışındaki malikler şimdi yüksek sesle, ‘Bizi yıllarca yurtdışında bu kişiler mi temsil etmiş?” diyorlarmış.
Dostum bir ara yüzüme baktı. İnanmadığımı çok belli etmiş olmalıyım ki telefonunu açıp, olayın video kaydını gösterdi. Sonra da “iftirayı yayan kadın monşer, sileceği kıran monşer eşi ve o monşer-bakan kim?” dedi.
Canım iyice sıkılmıştı. “Bilmiyorum.” dedim. “Her meslekte çürük yumurtalar olur, bizde de vardır ama meslektaşlarımın bu denli karakter yoksunu diğer taraftan, kumpas kurarken kameraları unutacak kadar akıl fukarası olabileceklerini düşünmek istemiyorum.”
Dostum, “onları tanımadığına inanmıyorum. Kahve için teşekkürler.” dedi ve kalktı.
Şaşkınlıktan “Afiyet olsun.” bile diyemedim. Eminim alınmıştır. Arayıp özür dileyeceğim ama ya yine bir şeyler anlatırsa o zaman bütün meslektaşlarıma saygımı yitiririm diye arayamıyorum.
Yaz-kış yaşadığım Bodrum’da geçen gün, kıyıda bir gölge bulmuş, Michelle Nijhuis’in, “Türleri Kurtarmak” kitabına dalmıştım ki, hoşsohbet bir dostum, “Bir kahve söyle. Sana anlatacaklarım var.” diye çıkageldi. “Hoş geldin.” dedim. Kahveler gelince anlatmaya başladı.
Dallas dizisi mi? Monşerler sitesi mi?
“Bodrum’un gözde koylarından birinde yıllar önce, aralarında bir iki paşa, vali olsa da monşerlerin kurduğu iki siteden birinde neler olduğunu biliyor musun?”
“Hayır.”
“Bu monşerler sitesi cadı kazanına dönmüş. Son 10 yıl siteyi yöneten bazı monşerler veya eşleri, ‘ben yaptım oldu.’ zihniyetiyle siteyi öyle bir hale getirmişler ki, sonunda konu yargıya intikal etmiş. Bir kaç aklı başında Büyükelçi, ‘yapmayın. Hukuktan ayrılmayın. Zaten milletin gözü arazimizde ve denizimizde. Buraya el koymaya çalışıyorlar. Onlara bahane vermeyin.’ diye uyarmaya çalışmışlar. Kim dinler? ‘Bu sitede biz ne dersek o olur!’ düşüncesindeki küçük bir kadınlar grubu, bir zamanlar kendilerinin veya eşlerinin amiri olan kıdemli büyükelçilere bir de yuh çekip, ‘Bunak’ diye bağırmışlar.”
Bilgi kaynaklarının geniş ve güvenilir olduğunu bildiğim dostuma nasıl baktıysam, “Sana öyle şeyler anlatacağım ve göstereceğim ki inanacaksın.” demek gereğini duydu.
Ülkenin küçük bir modeli
“Hukuksuzluk, usulsüzlük, kuralsızlık ve keyfi yönetim siteye zarar vermeye, Belediye ceza üstüne ceza kesmeye başlayınca, o bir grup ‘bunak!’, konuya el atmak ve araştırmak gereğini duymuşlar ve her şey ortalığa dökülmüş. Yine de efendilik etmişler ve diplomat olarak meslekte yaşadığı başarısızlığın da etkisi altında o küçük kadınlar grubunun oyuncağı olan son yöneticiyi ve denetçileri, somut belgelerle, yazılı olarak defalarca uyarmışlar. Usulsüzlüklerin düzeltilmesini istemişler. Sitenin hukuka ve kurallara uygun olarak yönetilmesinde ısrarcı olmuşlar. Peki ne olmuş? Şimdi sıkı dur! Sitenin bu duruma düşmesinde rolü olanlar, usulsüzlükler araştırılırsa hepsinin başının derde gireceğini anlayınca, konuyu gündeme getiren ve belgeleyen kişilere iyice cephe almışlar. Onlardan birini, örnek olsun, diğerleri de görüp sussunlar diye, mülküne çöküp, siteden atmaya karar vermişler. Vermişler de bunun için sağlam kanıt gerek ama yok. Mike Hammer, “kanıt yoksa yaratılır.” derdi. Onlar da öyle yapmaya karar vermişler.”
Monşer kumpası
“Sitenin Genel Kurul toplantısından bir kaç gün önce, aralarında bir eski monşer-bakanın da bulunduğu bir grup, mülküne “çökmeyi” planladıkları Büyükelçiyi karalayabilmek için bir kumpas kurmuşlar. Önce bir monşerin eşi, diğer bir malike ait aracın sileceğini kırmış. Ertesi sabah, kumpasın mimarlarından bir kadın monşer, site plajında dolaşarak, sileceği, olayla hiç bir ilgisi olmayan, hedefe koydukları Büyükelçinin kırdığını yaymış. Amaçları, Genel Kurul toplantısı öncesinde, o Büyükelçi hakkında algı ve tepki yaratmak ve Büyükelçinin konutuna el konulması girişiminde bulunması için Yönetim Kurulu’na yetki verilmesini sağlamakmış.”
“Yok artık!” demişim.
Dostum kendinden emin devam etti: “Bil bakalım sileceği kıran kimmiş?”
“Ne bileyim?”
“İftira atılmak istenen kişi yıllar önce, Avrupa’da katıldığı bir toplantıdan arabasıyla dönerken, sileceği kıran kişinin bebeği için paket paket çocuk bezi getirmiş. Geçen yıl da Belediye Başkanı ile görüşerek, o kişinin sitedeki evinin yıkım kararını iptal ettirmiş. Peki, iftirayı yayan kim?”
“Hiçbir fikrim yok dedim ya!”
“O Büyükelçinin konutuna ‘çökülmesi’ için kapı kapı dolaşıp imza toplayan ve İftirayı plajda yayan kişi, Dışişleri Bakanlığı’nda göreve başladığında oturacak oda verilmediği için ona odasında yer veren şimdi iftira atmaya çalıştığı kişi geçici görevle birkaç gün için odadan ayrıldığında, onun masası ile kendi masasının yerlerini değiştiren kadın monşermiş.”
“Hiç bir iyilik cezasız kalmaz.’ diyebildim.
“Bitmedi” dedi dostum ben onu ağzım açık dinlerken.
Unutulan kameralar
“Kumpası kuranlar, sitenin güvenlik kameralarını unutmuşlar! Jandarma kamera kayıtlarından kıran kişinin net görüntülerine ulaşmış.Olay sitede duyulmuş ama o kişiler hala fütursuzca insan içine çıkıyorlarmış! Monşerler dışındaki malikler şimdi yüksek sesle, ‘Bizi yıllarca yurtdışında bu kişiler mi temsil etmiş?” diyorlarmış.
Dostum bir ara yüzüme baktı. İnanmadığımı çok belli etmiş olmalıyım ki telefonunu açıp, olayın video kaydını gösterdi. Sonra da “iftirayı yayan kadın monşer, sileceği kıran monşer eşi ve o monşer-bakan kim?” dedi.
Canım iyice sıkılmıştı. “Bilmiyorum.” dedim. “Her meslekte çürük yumurtalar olur, bizde de vardır ama meslektaşlarımın bu denli karakter yoksunu diğer taraftan, kumpas kurarken kameraları unutacak kadar akıl fukarası olabileceklerini düşünmek istemiyorum.”
Dostum, “onları tanımadığına inanmıyorum. Kahve için teşekkürler.” dedi ve kalktı.
Şaşkınlıktan “Afiyet olsun.” bile diyemedim. Eminim alınmıştır. Arayıp özür dileyeceğim ama ya yine bir şeyler anlatırsa o zaman bütün meslektaşlarıma saygımı yitiririm diye arayamıyorum.