“Reis Beyefendi” cüppesinin eteklerini savurarak kürsüye ulaşan basamakları çıktı ve koltuğuna oturdu. “Mahkeme Heyeti Azaları” da yerlerini aldı. “İddia ve Müdafaa” makamları sandalyelerine oturdular. Sanıklar ise sanki asırlardır hep orada, o tahta sıraların üzerinde unutulup kalmış gibi zaten yerlerindeydiler.
Yüksek pencerelerdeki zakkum pembesi ve kobalt mavisi vitraylar, mahkeme salonunun kahverengi ve gri renkleriyle alay ediyormuş gibi, ortalığa bir çiçekdürbününden çıkmışçasına eğlenceli ışıklar yayıyordu. Sanki hiçbir şey gerçek değildi.
“Kafka’nın Dava romanı gibi” diye düşündü. Mahkeme Başkanı açış konuşmasına başladı: “Sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak yerlerine alındılar, Yassıada’da açık olarak duruşmaya başlandı”…
Sıcak nedeniyle açık bırakılmış pencerelerin göz yaylımından, tozlu mavi bir Marmara ile beyaz martılar geçiyordu. Başını biraz daha döndürdüğünde ise Dragos açıklarındaki Vordonoz fenerinin çakarını görebiliyordu.
Şurada burada kendiliğinden yetişmiş birkaç çalının dışında neredeyse çıplak olan adaya göz gezdirdi. Kasvetli görünümlü askeri binaların dışında hiçbir ev bulunmayan, ağacı, çiçeği, yeşilliği yok denecek kadar az bu küçücük adaya İstanbulluların niçin “Hayırsızada” dediklerini şimdi daha iyi anlıyordu.
Gözlerini yeniden salona çevirdi. Kirli beyazla tütün sarısı arasında sıkıcı bir renkle boyanmış duvarları inceledi.Yıllar önce yazdığı şiiri anımsadı. “Ey garip çizgilerle dolu han duvarları”…
Türkiye’nin en tanınmış şiirlerinden biri olan “Han Duvarları”nın şairi Faruk Nafiz Çamlıbel, 27 Mayıs darbesiyle iktidardan devrilen Demokrat Parti’nin bir milletvekili olarak aylardır Yassıada’da yargılanıyordu ve mahkeme salonu ile yattığı koğuştaki duvarlara her bakışında “Anadolu’nun ücra hanlarında ömür tüketen Şeyhoğlu Satılmış”ı hatırlıyordu.
Yorucu bir duruşma gününün gecesinde koğuştaki ıssızlığı, uzak köy yollarını, arabacı ıslıklarını düşünürken, daha başka şeyler de hatırlıyordu. “On yılda açık alınla çıkılan bütün savaşları” hatırlıyordu mesela.
Cumhuriyet’in kurulmasının onuncu yılı için birlikte bir marş güftesi yazdıkları arkadaşı Behçet Kemal Çağlar’ı düşünüyordu.
Güç bela bulabildikleri bir Türkiye haritasında, demir yollarını nasıl izledikleri aklına geliyordu.
Ondan sonra “Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” dizelerini tamamlayınca nasıl çocuklar gibi Çağlar’la birbirlerine sarıldıklarını, “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan” dizelerini gözyaşları içinde nasıl defalarca tekrarladıklarını da hatırlıyordu.
Sonra Cemal Reşit Rey’in bu sözlerden görkemli bir marş bestelemesini, kendisinin ve Behçet Kemal Çağlar’ın “en üst makamlar” tarafından tebrik edilmelerini anımsıyordu. İşte tam bunları düşünürken, içindeki kırgınlık, haksızlığa uğramışlık duygusu iyice belirginleşiyordu.
Yıllarca törenlerde, ulusal bayramlarda büyük bir gururla onun yazdığı marşı söyleyen askerler, şimdi onu yargılıyordu. Daha da acısı, “Çıktık Açık Alınla” dizelerini bulabilmek için saatlerce yazıp çizdikleri arkadaşı Behçet Kemal Çağlar, onu yargılayan sistemde “Kurucu Meclis Üyesi” olarak görevliydi şimdi…
Edebiyatımızda, “eserleri kadar tanınmış olmamak” gibi alışılmadık bir unvana sahip olan Faruk Nafiz Çamlıbel, devrik Demokrat Parti’nin bir milletvekili olarak Yassıada’da yargılanırken benim kurguladığım bütün bunları düşünmüş müdür gerçekten?
Çamlıbel, edebiyatımızın yapıtları bilinen ama kendisi aynı oranda tanınmayan kişilerinden biri oldu. Ünlü “Han Duvarları” şiirinden birkaç satır ezbere okuyanlar ya da en azından şiiri hatırlayanlar, şairinin kim olduğunu ise pek bilemediler.
Faruk Nafiz, aynı talihsizliği sözlerini yazdığı şarkılarda da yaşadı. Aşk acısı çekenler, ayrılanlar, terk edilenler, kendi başlarına ya da topluca mırıldandıkları “Artık Bu Solan Bahçede Bülbüllere Yer Yok” şarkısının sözlerinin kime ait olduğunu pek merak etmediler.
Yıllar sonra sanatçı Timur Selçuk, Faruk Nafiz’in hakkının teslim edilmesi için uğraştı. Selçuk, bir zamanların en sevilen şarkılarından biri olan “Pencereler kapandı kapılar sürmelendi / Bir kömür dumanıyla tütsülendi akşamlar” bestesinin sözlerinin, Çamlıbel’in “Sen Nerdesin?” adlı şiirinden alındığını üstüne basa basa her yerde söyledi.
Faruk Nafiz Çamlıbel, Demokrat Parti’den milletvekili seçildi. 27 Mayıs darbesinden sonra tutuklandı ve Yassıada’da yargılandı. “Milli şairlikten mevkufluğa” geçiş, Çamlıbel’i sarstı. Bir yıllık bir yargılamadan sonra suçsuz bulundu ama Çamlıbel de bazılarını çoktan suçlu bulmuştu. Her şey “Eriyen Adam” şiirinde yazdığı gibiydi. “Benden nişan olarak kucağında kalacak, elbisem gömleğim...” diye yazmıştı.
Faruk Nafiz Çamlıbel’in elbisesi, gömleği, uzun yıllar öğretmenlik yaptığı Kabataş Erkek Lisesi’nde kendi adına açılmış müzede sergileniyor şimdi.
Müzeyi dolaşan ziyaretçilerin ise, her tarafta yükselen bir sessizlik ve ıssızlık ile okul kaçkını çocukların dudaklarındaki ıslığı duydukları söyleniyor...
Yüksek pencerelerdeki zakkum pembesi ve kobalt mavisi vitraylar, mahkeme salonunun kahverengi ve gri renkleriyle alay ediyormuş gibi, ortalığa bir çiçekdürbününden çıkmışçasına eğlenceli ışıklar yayıyordu. Sanki hiçbir şey gerçek değildi.
“Kafka’nın Dava romanı gibi” diye düşündü. Mahkeme Başkanı açış konuşmasına başladı: “Sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak yerlerine alındılar, Yassıada’da açık olarak duruşmaya başlandı”…
Sıcak nedeniyle açık bırakılmış pencerelerin göz yaylımından, tozlu mavi bir Marmara ile beyaz martılar geçiyordu. Başını biraz daha döndürdüğünde ise Dragos açıklarındaki Vordonoz fenerinin çakarını görebiliyordu.
Şurada burada kendiliğinden yetişmiş birkaç çalının dışında neredeyse çıplak olan adaya göz gezdirdi. Kasvetli görünümlü askeri binaların dışında hiçbir ev bulunmayan, ağacı, çiçeği, yeşilliği yok denecek kadar az bu küçücük adaya İstanbulluların niçin “Hayırsızada” dediklerini şimdi daha iyi anlıyordu.
Gözlerini yeniden salona çevirdi. Kirli beyazla tütün sarısı arasında sıkıcı bir renkle boyanmış duvarları inceledi.Yıllar önce yazdığı şiiri anımsadı. “Ey garip çizgilerle dolu han duvarları”…
Türkiye’nin en tanınmış şiirlerinden biri olan “Han Duvarları”nın şairi Faruk Nafiz Çamlıbel, 27 Mayıs darbesiyle iktidardan devrilen Demokrat Parti’nin bir milletvekili olarak aylardır Yassıada’da yargılanıyordu ve mahkeme salonu ile yattığı koğuştaki duvarlara her bakışında “Anadolu’nun ücra hanlarında ömür tüketen Şeyhoğlu Satılmış”ı hatırlıyordu.
Yorucu bir duruşma gününün gecesinde koğuştaki ıssızlığı, uzak köy yollarını, arabacı ıslıklarını düşünürken, daha başka şeyler de hatırlıyordu. “On yılda açık alınla çıkılan bütün savaşları” hatırlıyordu mesela.
Cumhuriyet’in kurulmasının onuncu yılı için birlikte bir marş güftesi yazdıkları arkadaşı Behçet Kemal Çağlar’ı düşünüyordu.
Güç bela bulabildikleri bir Türkiye haritasında, demir yollarını nasıl izledikleri aklına geliyordu.
Ondan sonra “Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” dizelerini tamamlayınca nasıl çocuklar gibi Çağlar’la birbirlerine sarıldıklarını, “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan” dizelerini gözyaşları içinde nasıl defalarca tekrarladıklarını da hatırlıyordu.
Sonra Cemal Reşit Rey’in bu sözlerden görkemli bir marş bestelemesini, kendisinin ve Behçet Kemal Çağlar’ın “en üst makamlar” tarafından tebrik edilmelerini anımsıyordu. İşte tam bunları düşünürken, içindeki kırgınlık, haksızlığa uğramışlık duygusu iyice belirginleşiyordu.
Yıllarca törenlerde, ulusal bayramlarda büyük bir gururla onun yazdığı marşı söyleyen askerler, şimdi onu yargılıyordu. Daha da acısı, “Çıktık Açık Alınla” dizelerini bulabilmek için saatlerce yazıp çizdikleri arkadaşı Behçet Kemal Çağlar, onu yargılayan sistemde “Kurucu Meclis Üyesi” olarak görevliydi şimdi…
Edebiyatımızda, “eserleri kadar tanınmış olmamak” gibi alışılmadık bir unvana sahip olan Faruk Nafiz Çamlıbel, devrik Demokrat Parti’nin bir milletvekili olarak Yassıada’da yargılanırken benim kurguladığım bütün bunları düşünmüş müdür gerçekten?
Çamlıbel, edebiyatımızın yapıtları bilinen ama kendisi aynı oranda tanınmayan kişilerinden biri oldu. Ünlü “Han Duvarları” şiirinden birkaç satır ezbere okuyanlar ya da en azından şiiri hatırlayanlar, şairinin kim olduğunu ise pek bilemediler.
Faruk Nafiz, aynı talihsizliği sözlerini yazdığı şarkılarda da yaşadı. Aşk acısı çekenler, ayrılanlar, terk edilenler, kendi başlarına ya da topluca mırıldandıkları “Artık Bu Solan Bahçede Bülbüllere Yer Yok” şarkısının sözlerinin kime ait olduğunu pek merak etmediler.
Yıllar sonra sanatçı Timur Selçuk, Faruk Nafiz’in hakkının teslim edilmesi için uğraştı. Selçuk, bir zamanların en sevilen şarkılarından biri olan “Pencereler kapandı kapılar sürmelendi / Bir kömür dumanıyla tütsülendi akşamlar” bestesinin sözlerinin, Çamlıbel’in “Sen Nerdesin?” adlı şiirinden alındığını üstüne basa basa her yerde söyledi.
Faruk Nafiz Çamlıbel, Demokrat Parti’den milletvekili seçildi. 27 Mayıs darbesinden sonra tutuklandı ve Yassıada’da yargılandı. “Milli şairlikten mevkufluğa” geçiş, Çamlıbel’i sarstı. Bir yıllık bir yargılamadan sonra suçsuz bulundu ama Çamlıbel de bazılarını çoktan suçlu bulmuştu. Her şey “Eriyen Adam” şiirinde yazdığı gibiydi. “Benden nişan olarak kucağında kalacak, elbisem gömleğim...” diye yazmıştı.
Faruk Nafiz Çamlıbel’in elbisesi, gömleği, uzun yıllar öğretmenlik yaptığı Kabataş Erkek Lisesi’nde kendi adına açılmış müzede sergileniyor şimdi.
Müzeyi dolaşan ziyaretçilerin ise, her tarafta yükselen bir sessizlik ve ıssızlık ile okul kaçkını çocukların dudaklarındaki ıslığı duydukları söyleniyor...