Faşist darbenin 43. Yıldönümü

şerbetçi

Member
Katılım
25 Eyl 2023
Mesajlar
29,788
Tepkime puanı
0
Puanları
16
Bugünlere gelmemize çanak tutan faşist 12 Eylül darbesinin üstünden tam 43 yıl geçti. Yaklaşık yarım yüzyılı geride bırakmamıza rağmen o günlerde yaşananlar dün gibi hafızama nakşolmuş.

Sokak çatışmalarında, evlere yapılan baskınlarda günde ortalama 30 kişinin öldürüldüğü dönem. Sağcısı solcusu birbirini kırıyor. Toplum ikiye filan değil, dörde, beşe bölünmüş. Sünni saldırganlar Kahramanmaraş’ta, Çorum’da Alevi evlerine baskınlar yapıyor. İnsanlar toplu kıyıma uğruyor. Halk sokağa çıkmaya korkar hale gelmiş. Üniversiteler kaynayan kazanlar gibi.

Biz gazeteciler her an her şey olabilir kaygısıyla tedirginlik içindeydik. 1980’in Eylül ayına gelindiğinde Ankara’dan hoş olmayan haberler geliyordu. Bir süredir Genelkurmay Başkanlığı’nın ışıklarının sabahlara kadar sönmediğini Ankaralı arkadaşlarımız anlatıyordu.

11 Eylül akşam üstü Türk Haberler Ajansı’ndan (THA) dar bir ekip bizim Laleli’deki evde toplandık. Gruptakilerin hepsi Türkiye İşçi Partisi (TİP) sempatizanı ya da üyesi. Prof. Dr. Toktamış Ateş, gazeteciler Osman Saffet Arolat, Erol “Arap” Özkok, yazar Işıtan Gündüz, Saip Tulpar ve biz. Darbenin geleceği belliydi. Sabaha kadar beklemeye karar verdik. Ve korkuyla beklediğimiz o açıklama 12 Eylül sabaha karşı 03.59’da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in sesinden TRT radyosundan duyuruldu. Evren, gayet net bir ifadeyle, ülkede demokrasinin kendisini toparlayamaması nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Anayasa’dan aldığı hakla, emir komuta zinciri içinde iktidara el koyduğunu açıklıyordu.

Daha 11 Eylül akşamına kadar kan gölüne dönen sokaklarda çatışmalar sanki gizli bir el bir düğmeye basmış gibi bıçakla kesilmişçesine durmuştu. Hayret! Ama sonradan öğrenecektik. Dönemin ünlü CIA istasyon şefi Paul Henze meğer Washington’a, “Bizim çocuklar başardı,” diye mesaj göndermiş. Bundan sonrası Türkiye’de isimleri öne çıkan ne kadar solcu varsa evlerinden armut toplar gibi toplanıp hapse tıkılmalarıydı. İşkenceler, bitip tükenmek bilmez davalar, idamlar...Kendini Milli Güvenlik Konseyi’nin (MGK) Başkanı ilan eden Kenan Evren’in her konuşmasında Kuran’dan ayetler okuduktan sonra foto muhabirlerine Atatürkvari pozlar vermesi...

11 Eylül’ü 12 Eylül’e bağlayan gece bizim Laleli’deki evde toplananlardan Niyazi Dalyancı ve Arap Erol’un (Özkök) tutuklanarak, yıllarca hapiste yatmaları. Selimiye Kışlası ve Maltepe Askeri Cezaevi’ne yapılan ziyaretler... Bugün AKP iktidarına destek veren zamanın solcu militanı, bugünün Avrasyacı siyasetçisinin darbe yönetimine yaptığı ihbarlarla işkencelerden geçen arkadaşlarımız...

Aradan yıllar, yıllar geçiyor. Türkiye artık sözüm ona demokratik sistemi benimsemiş. Öyle ki, çeşitli ülkelerden sivil toplum kuruluşlarıyla bizim kendilerine sivil diyen insanlarımız bir araya gelip ortak sorunlara çare arama toplantıları yapıyorlar. Böyle bir toplantı için bir grup Türk ve Amerikalı Temmuz 1999’da İtalya’nın Como Gölü kıyısındaki Bellagio kasabasında bir araya geliyoruz. Toplantının disiplin başlığı “2000 yılına girerken Türkiye’nin Önündeki Fırsatlar ve Tehditler.”Amerikan tarafında ilginç bir isim var. 1979-80 yılları arasında CIA Başkanlığı yapmış olan emekli Oramiral Stansfield Turner. Çok iyi ahbap oluyoruz. Hatta akşamları oturumlar sona erince Como Gölü kıyısına inip birlikte şarap içiyoruz.

Turner, 1980 yılında Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliği’ne Halkın Mücahitleri tarafından baskın düzenlenip Amerikalı diplomatların rehin alınması olayı sırasında CIA Başkanıydı. Turner, rehineleri kurtarmak için büyükelçiliğe bir operasyon düzenletmiş ama başarısız olmuştu. Eski CIA Başkanı’na bunun nasıl olabildiğini sorduğumda bana şunları anlattı:

“Önce, İncirlik’ten havalanacak helikopterlerle Van sınırından geçip Tahran’daki rehineleri kurtarma planı yaptık. Ama ne Ecevit ne de Demirel Van hava sahasını bizim helikopterlere açmayı kabul ettiler. Bunun üzerine Basra Körfezi’ndeki bir uçak gemisinden uzun menzilli uçsınlar diye jet motorları taktığımız helikopterleri havalandırdık. Helikopterlerde benim ajanlar (CIA) vardı. Ama helikopterler Elbruz Dağları üstünde uçarlarken çöl fırtınasına yakalandılar. Motorları kumla dolduğu için yere çakıldılar. Operasyon başarısız oldu.”

Turner sözünün burasında sustu, sonra gülerek ekledi:”Aynı yıl Eylül’de ne olduğunu hatırlıyorsun değil mi?”

Hatırlamaz olur muyum 12 Eylül ve sonrasının Türkiye’nin başına ne belalar açtığını? Sözüm ona demokrasiyi kurtarmak için darbe yaptığını açıklayan TSK’nın o günkü komuta kademesinin ülkenin bugün siyasi İslam’a teslim olmasının yol taşlarını döşediğini nasıl unuturum? Washington’un derin mahfillerinde, Sovyetler Birliği’ni kıskaca almak için tezgahlanan Yeşil Kuşak projesinde 12 Eylül darbesinin nasıl hayati önem taşıdığı aklıma mıh gibi çakılmış.

Ama bu işlerde sadece ABD mi suçlu? Kendi çıkarları için bizim darbecilere, gel gel, yapan sözüm ona entellektüellerimizin, darbecilerin sahadaki işbirlikçilerinin hiç mi günahı yok?

Bunları yazarken aklıma 1 Mart tezkeresi geldi. Hatırlayalım, ABD, Irak’ı işgal için 2002’nin sonunda Ankara’dan Amerikan askerlerinin Türkiye’den Irak’a geçmesine olur vermesini istemiş, hükümet Anayasa’nın 92. Maddesine göre yabancı askerlerin Türkiye topraklarından geçmelerine izin verecek tezkereyi TBMM’ye göndermişti. Ancak tezkere hatırlanacağı gibi TBMM’de reddedildi. Washington bunu hiç bir zaman affetmedi. O sıralarda konuştuğum bütün ABD yetkilileri bunun suçunun, tezkere konusunda net tavır ortaya koymayan TSK’nın komuta kademesine ait olduğunu düşünüyordu. 2008’de Ergenekon olayı patlak verdi. Gerisini anlatmaya ne hacet? 1980’deki askeri darbeydi; bugün sivil darbe dönemini yaşıyoruz.
 
Üst