METİN DENİZMEN-İSRAİL VE GEZİ PARKINDAN ANILAR

şerbetçi

Member
Katılım
25 Eyl 2023
Mesajlar
29,676
Tepkime puanı
0
Puanları
16
İSRAİL VE GEZİ PARKINDAN ANILAR

Akabe kenti saunayı andırıyor bu akşam. Körfezin diğer kıyısından yükselen ışık seli, korkunç nem ve sıcak nedeni ile yıldızlar gibi göz kırpıyor. Yarın, Ürdün gezim de bitecek ve seyrettiğim ışıkların yükseldiği Eilat’a, yani İsrail topraklarına gireceğim.

Aden Körfezinden iki kulaklı bir balon gibi, Ortadoğu’ya giren Kızıldeniz, sağdaki kulakta Akabe Körfezini dolduruyor. Sağ kıyılar Ürdün’e ait Akabe, sol taraf İsrail’in Eilat kentlerini oluşturuyor. İki kent, iki devasa çelişki, farklı iki kültür arasında sadece dört kilometre var.

Beş saat süren otobüs yolculuğum, Necef Çölü’nü boydan boya kat ederek Kudüs’ün kaotik yapısının bağrında bitiyor. Koca bir çölün nasıl ihya edildiğini anlatsalar inanmazdım, şaşkınlık içinde bakıyor, notlar alıyorum. Hayır; derdim, İsrail’in ARGE çalışmalarını, tesislerini anlatmak değil. Ama; içine TIR’ların girip çıktığı seraların büyüklüğünü görünce, tarif edemediğim garip bir hüzün kaplıyor içimi.

Ardından, Lut Gölü kıyılarında ilerlemeye başlamış ve ürkünç sevimsiz toprakların, uçak ve helikopter pistleri ile nasıl devasa SPA tesislerine, otellere ve kongre merkezlerine dönüştüğünü, dünyanın en zengin insanlarının buralara taşındığını gördüğümde tarifsiz duygular tatmıştım. Ürdün Nehri boyunca ilerlerken Batı Şeria’daki kadim Filistin yerleşimleri Eriha ve Ramallah’ta, birbirine yaslanmış teneke ve kontra plaktan yapılmış barakaların sefaleti, bakımlı otoyola insanlık dramı olarak püskürüyordu adeta.

Kudüs’te kaldığım günler içerisinde İsrail’in nasıl bir endişe ve korku paranoyası içerisinde yaşadığına tanık oldum. Her binaya, terminale girişte, tepeden tırnağa aranıyor ve x-ışınları ile taranıyordu her şeyim. Dindar ( Ortodoks ) Yahudiler için ibadet, çalışmaktan daha önemli. Her köşe başında, otobüs duraklarında, siyah fötr şapkalarının altından sarkan, yağlı bukleli saçları yani peot’larını, bellerindeki kumaş kemerinden sarkan ip demetlerini sallayarak, hatta yürürken gelen geçene çarparak kan ter içinde Mezmur okuyorlar. Kalabalık saatlerinde caddeler, duraklar adeta penguen istilasına uğruyor, tepeden tırnağa simsiyah giysileri ile.

İsa’nın öldürüldüğüne inanılan yerde inşa edilen Kıyamet Kilisesi, Hristiyanlar’ın hac merkezi. Ömer Camii ( Kubbet-ül Sahra ) ve Mescid-i Aksa Müslümanların yüzyıllarca saygı ve inançla korudukları kutsal mekanlar.

Bir gün, Tel Aviv’e gidiyorum. Hem bu kenti de tanımak, hem de bunaltıcı 700 kilometrelik Necef Çölü’nü geri dönüş için tekrar kat etmeden, sadece 70 kilometrelik bir yol üzerinden Kral Hüseyin Köprüsünü kullanıp, kestirmeden Amman’a dönme imkânını Tel Aviv’deki Türk Büyükelçiliğinde araştırmak. Herkes, bunun mümkün olmadığını söylüyor. Hayarkon Caddesi üzerindeki Türk Büyükelçiliğine zar zor kabul ediliyorum.

Kapıdaki güvenlik görevlisinin üzerimde estirdiği terör, içeri girince, görevlilerin çikolata ve meşrubat ikramları ile yumuşuyor. Sorunuma cevap veremiyor, Ürdün Başkonsolosluğunu arıyorlar. İki devlet arasındaki ikili anlaşmalar, “ nereden girdiysen, o sınır kapısından çıkacaksın “ diyormuş kısacası. Boynum bükük, ayrılıyorum Elçilik binasından ve hemen yanı başındaki İsviçre Büyükelçiliğinin rüzgârdan lime lime olup paçavraya dönmüş bayrağının yanında, dipdiri ve çakı gibi dalgalanan bayrağımızı görünce keyifleniyorum yine.

Bu akşam Yahudiler’in Şabbat’ı başlıyor. Şabbat, İbrani dilinde çalışmamak demek. Tanrı altı günde dünyayı yaratmış, cumartesiyi Yahudiler’e armağan etmiş, ense yapın, dinlenin diye. Gece olmadan, Şabbat başlamadan Kudüs’e gitmek istiyorum. Zira, hemen her yer kapanıyor, ihtiyaçlarımı karşılamam lazım.

Altmış beş kilometrelik Tel Aviv-Kudüs yolu kent girişinde sıkışmaya başlıyor, sonunda kilitleniyor ve on beş dakika sonra şöför kapıları açıp yolcuları azad ediyor. Az ilerideki kavşakta, sayıları yirmi kadar tekerlekli sandalyede göstericiler, otoyolu kapatmış, ellerindeki pankartlarla bir şeyleri protesto ediyorlar. Kalabalık bir halk etraflarını çevirmiş, ilgi ile izliyor fotoğraf çekiyor. Az sonra İsrail güvenlik güçleri, ardından TV ekipleri geliyor.

Ben, Şabbat telaşını unutup, olacakları izlemeye başlıyorum. Leş gibi ter kokan bir Yahudi’den, direniş nedeninin özürlü insanların seyahat haklarına kısıtlama getirilmesi olduğunu öğreniyorum. Ellerinde Uzi silahları ile kadınlı erkekli askerler, tekerlekli sandalyelerin yanına giderek, güler yüzle konuşuyor, sohbet ediyorlar. Rütbeli bir genç, tek tek dolaşarak, yüzlerini okşuyor, belli ki; ikna etmeye çalışıyorlar direnişçileri. İsrail’in iki ana kenti arasındaki otoyol’un yarısının direniş nedeni ile kapanarak kilitlendiğini söylüyor bir başka öğrenci. Kimsenin eylemi bırakmaya niyeti yok. Sık sık slogan atıyor ve oturdukları tekerlekli sandalyelerden pankartlarını sallıyorlar. Saatler sonra, hiçbir müdahale olmadan, kendi istekleri ile çekiliyor direnişçiler, halk alkışlıyor, güvenlik güçleri gelip hepsinin ellerini sıkıyor.

Şimdi; koltuğuma yaslanıp, bu anları hatırlıyorum, bir de ağaçlar kesilmesin diye, çadır kurup, gitar çalarak en doğal protesto haklarını kullanan gençlere yapılan şafak operasyonunu.

Direnişçilerle sohbet eden İsrail güvenlik güçlerini hatırlıyorum, Gezi Parkı’nda, işgal ordusu gibi saldırarak gençlerin çadırlarını, gitarlarını, eşyalarını yakan ve onları biber gazı ile tanıştıran bizimkileri.

METİN DENİZMEN-İSRAİL VE GEZİ PARKINDAN ANILAR yazısı ilk önce Fethiye Gazetesi Haber Sitesi üzerinde ortaya çıktı.
 
Üst