YAZARLARLA RÖPORTAJ / HAKAN BİROL SORUYOR

şerbetçi

Member
Katılım
25 Eyl 2023
Mesajlar
29,792
Tepkime puanı
0
Puanları
16
YAZARLARLA RÖPORTAJ / HAKAN BİROL SORUYOR

KIYMETLİ YAZARLARIMIZ CEVAPLIYOR

www.hakanbirol.com


Merhaba değerli okuyucularımız. Her hafta bir yazarla röportaj köşemizde öykü, şiir ve roman kitaplarıyla tanıdığımız “Gülsen DEDE” var.

Merhabalar Gülsen Hanım, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Merhabalar Hakan Bey, davetiniz için teşekkür ediyorum.1967 yılında Ardahan’da doğmuşum. Muhasebe-Finansman öğretmenliğinden emekli öğretmenim.Biri kız diğeri erkek olan iki yetişkin evladımın annesiyim.İlgi alanlarıma gelince çocukluğumdan bu yana edebiyatın her türü, müziğin her türü(Ama yetiştiğim coğrafyada kulağıma ilk değen türkülerin yeri bambaşka)ile aktif olarak ilgilendim. Pek çok koroda, Türk Sanat Müziği ve Halk Müziği topluluklarında yer aldım. Bunlardan en önemlisi bana bağlamayı öğreten ve sevdiren değerli hocam Taner Özsoy’un ekibinde yer alarak bin yıllar ötesinden gelen ezgilerle tanışmak çok önemli yer tuttu hayatımda.Dolayısıyla müziğin, sanatın her türü ile bire bir beslenmiş olmak duygularımın akışına oradan da edebiyat tutkuma fazlasıyla yansıdı.

“Kızıl Veda” kitabınızdan bahsedecek olursak eserinizde okuyucularımızı neler bekliyor?

Henüz yazma aşamasındayken benim önce insan, sonra yazar olarak sarsılmam, hatta uzun süre kendimi o acı yolculukta hissetmem gibi etkileneceklerini düşünüyorum. Zira, romanı okuyan okuyucuların geri dönüşleri bu yönde.Yaklaşık üç yıllık süreç(İnceleme, araştırma ve aktarma)içinde özellikle yazmaya başladıktan sonra, ara sıra mola verip dışarıda yürüyüşe çıktığımda, kendimi on yıldır yaşadığım mahallemde yabancıymışım gibi hissettiğim anlar oldu. Kızıl Veda’da yazdığım önemli bir süreç olan Ural Dağları’nda kar esareti altında yaşananları aktardığım bölümde; ben de orada olduğumu hisserek yazıyordum. Bu nedenle gerçek yaşantıma adaptasyon anlamında garip bir şekilde uyum sağlamakta zorlanıyordum. Soydaşlarımı bir an önce o kızıl kıyamet ortamından kurtarmam gerektiğini düşünerek yeniden bilgisayarımın başına dönüyordum.Ancak hayatın her alanında olduğu gibi bu hikayede de elbette uzun soluklu bir “aşk” hikâyesi var. Sonunda oldukça farklı bir kavuşma anına tanık olacak okuyucularımız.

Peki, “Kızıl Veda” romanını yazma serüveni nasıl başladı?

Aile büyüklerimden, atalarımın şimdiki Gürcistan’ın Ahıska Bölgesi’nden göç ettiğimizi duyduğumdan beri Ahıska Türkleri’ne olan ilgim artmıştı. Ama 1989 yılında Özbekistan’ın Fergana Bölgesi’nde mayıs ayında başlayıp bir hafta süren çatışmaları ve yüzlerce insanımızın can ve mal kaybı, arkasından 45 yıl yaşadıkları, vatan olarak benimsedikleri Özbekistan’dan da rastgele çeşitli ülkelere gönderilmek zorunda olmalarından sonra bu konuya ilgim giderek artmaya başlamıştı.Daha sonra 14 Kasım 1944 yılında doğup büyüdükleri topraklardan yani Ahıska’dan bir gece vakti Sovyetler Birliği Hükümeti’nin aldığı gizli-siyasi kararla cebir yoluyla evlerinden çıkarılıp hayvanların taşındığı soğuk vagonlara bindirilip sürgüne gönderildiklerini öğrendikten sonra dehşete kapılmıştım.Düşünün sonbahar ayında soba başında ekmek pişiriyorsunuz, ailenizle mutlu keyifli bir andasınız. Hiç beklemediğiniz bir vakitte kapınıza elinde silahlarla gelip sizi zor kullanarak dışarıya çıkaran, evinizi terketmenizi isteyen bir güçle karşı karşıyasınız. Bu durumda her şeylerini bırakıp çıkmak zorunda kalıyor soydaşlarım. Ocak üstünde pişen ekmeğin kokusu, ahırda bağrışan hayvanların sesi, evinizde beslediğiniz kedinin, köpeğin acı acı sesleri arasında birkaç parça eşya ile tüm geçmişinize veda ediyorsunuz. Bu yolculuk oldukça ilkel koşullarda, açlıkla, susuzlukla, yoklukla, soğukla mücadele edilerek yaklaşık bir ayda tamamlanıyor.Yola çıkarken 100.000 olan insan nüfusundan 17.000 insanımız zorlu koşullara dayanamayarak hayatını kaybediyor. Onların anılarına, ve dünyada vatansız yaşayan tek halk olan soydaşlarımın bitmeyen sürgünlerine eşlik etmemem mümkün mü? Ruhları şad olsun.

Roman yazmanın en zor kısımlarından biri de olay örgüsünü oluşturabilmektir. Bu eserinizdeki olaylar yaşanmış bir yere mi dayanıyor yoksa kurgu mu?

En başta bir kurgu zaten oluşturulmuş. O da Sovyetler Birliği’nin başındaki Stalin ve KGB tarafından hazırlanmış ve uygulamaya konulmuş. Ahıska’da bulunan 220 köyde yaşayan Türkler, hiç beklemedikleri bir anda kamyonlara doldurulup tren garına boşaltılıyorlar. Ayaza kesen havada ve açık arazide üç gece bekletildikten sonra aile birliği dahi gözetilmeden rastgele trene bindiriliyorlar. Oradan da sırayla, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a götürülüp yaklaşık 12 yıl boyunca yerleştirildikleri köylerde tecrit altında yaşamaya mahkûm ediliyorlar. Kızıl sürgünü bizzat yaşayanların anlatımlarını dinledikten sonra olayın başından sonuna kadar gelişen akıl almaz olayları daha anlaşılır kılabilmek için romanın içinde olabileceği kadar örgüye başvurdum. Bunun içinde imkânsız aşk da var, inanılmaz yaşam mücadelesi ve direniş örnekleri de var.Eksi kırk dereceye varan dayanılmaz soğukta hayatta kalabilmek için insanların bilinçleriyle, akıl yürüterek geliştirdikleri yöntemler de var.Ama hepsinden önemlisi bu kadar şiddet ve baskılara rağmen, asimile olabilmeleri için yapılan baskılara sonuna kadar direnerek anadillerini, geleneklerini, öz değerlerini asla unutmamışlar. Bugün dünyanın dokuz ayrı ülkesinde(Amerika, Rusya, Kırgızistan, Kazakistan, Azerbaycan ve Türkiye’de toplam 800.000 Ahıska Türkü vatansız olarak yaşamaktadır. En başta dediğim gibi kurguyu başkaları yapmış olsa da, olay örgüsü doğal sürecinde gelişerek bugünlere gelmiştir.Bana da yazmak ve seslerini duyurmak düştü.

Bakıldığında bir dünya var ve o dünyanın içinde milyonlarca insan da… Buna da “Edebiyat” adı veriliyor. Ama sorulduğunda da hayal deniliyor. Edebiyat gerçekten nerede yaşanıyor?

Sevgili Hakan bey, aslında edebiyat hayatın ta kendisi. En azından benim için öyle. Şahsen yazdığım bütün edebi eserlerimin (Şiir, öykü, anı, roman) beslenme, etkilenme kaynağım bütün canlı ve cansız varlıkların, insan yaşantılarının, farklılıklarının, görmemezlikten gelinen durumlarının, duyulmayan seslerinin, bakılmayan gözlerinin kalemime yansımasıdır edebiyat. Ama bir de düşlerimiz var ki, onlar hiç dokunmadığımız, soyutlaşmayan ama iç dünyamızı zenginleştiren hayaller ki, onlar daha çok şiirlerimde vücut buluyor. Çünkü o bir düş. Şimdilik ulaşılması imkânsız bir yolculuk. Ama o yola bir şekilde çıkma ihtiyacı hissettiğinde, orada kalem ve kanatlı mısralar devreye girip seni uzaklara savuruyor. Yazan kişi işte o düşün kanadına takılıp gidiyor. Özgürce, içinden geldiğince yazıyorsun. Bu durumda aslında edebiyat biraz gerçekler, birazda düşlerden ibaret olan kocaman sonsuzluk demek.

“Dijitalleşmenin “edebiyata” etkisi nedir? İyi ve kötü yanlarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?”

Teknolojinin bana göre en iyi tarafı saniyeler içinde aradığınız bilgi kaynaklarına ulaşabiliyorsunuz. Edebiyat açısından olumsuz tarafı sadece edebiyat alanında değil pek çok bilgi kaynağına ulaşmak istediğinizde karşınıza hap bilgi olarak sunuluyor. Yani özetlenmiş, kısaltılmış ve basitleştirilmiş olarak. Özellikle edebiyatta duygunun, hislerin ağırlıklı olduğu bir alanla ilgili sanal dünyanın verdiği bilgiler duygularımızı aç bırakıyor kanısındayım. Edebiyatımıza yön veren şairler, yazarlar ya da bilim insanlarını sadece verdiği eserlerle tanımak, hayat hikâyesi ile anlamak ne kadar mümkün olabilir ki? Örneğin Sait Faik’in denizden tuttuğu balığı öperek tekrar denize atmasıyla ilgili anısında, “Bu sularda benim öptüğüm bir balık yüzecek” diyen hassas bir adam olduğunu hap bilgilerde göremezsiniz. Ya da Yaşar Kemal’i arama motorlarından bulduğunuz kalıplaşmış bilgilerden anlayamazsınız. Onu ancak eserlerini okursanız, dostlarının anılarından dinlerseniz tanır ve keşfedebilirsiniz. Bu konuda çok çarpıcı bir örnek vereyim. Fransa’nın eski cumhurbaşkanı Mitterrand, Yaşar Kemal’e olan hayranlığını şöyle ifade eder: “Ben hep okyanus kıyısında yaşamak istedim. Ama politikacı olduğum için büyük kentlerde, dar sokaklarda oturmak zorunda kaldım.Sadece Yaşar Kemal’in kitaplarını okuduğum zaman kendimi okyanus kıyısındaymışım gibi hissediyorum.” demiş. Şimdi böylesine özel bir yeteneğin ve insanın değerini anlamamızı sağlayacak ayrıntılı bilgileri sadece kitaplarda bulabiliyoruz. Hızı ne kadar süratli olursa olsun, bilgi alanı ne kadar geniş olursa olsun adı üstünde “Dijital…”. Kitapların sadece ruhu ve kokusu yeter! Yastığınızın altına bıraktığınızda, sizi alıp götürdüğü düşler bile yeter onun gücünü anlamaya.

Şiir yazmak zor bir iş. İlham kaynaklarınız nelerdir?

Türkiye’nin en soğuk bölgelerinden biri olan Ardahan’da kırk yılı aşkın süre yaşamış bir kadın olarak, ilham kaynağımın oldukça zengin olduğunu düşünüyorum. Hele kar yağdığında, her yerin süt beyazına kestiği durumlarda derin bir sessizlik devreye girer. İşte o anda sadece kar taneleri ve dağlardan gelen ıslık sesi konuşur. O bembeyaz sonsuzluğu izlerken, ilham perileri de ansızın ayaklanır! İşte o zaman şiirler, başımı dayadığım sımsıcak yastığım olurdu.Yeri geldi sessizliğimin avazı oldu şiirler, yeri geldi akmaya korkan gözyaşlarımın nehri oldu tümceler, öyle anlar geldi ki dilime tuzak olmuş küfürlere ıslık olup, rüzgârla dansa durdu yutkunduklarım. Yani şiir dünyaya açılan kapım, yolum, yoldaşım, sırdaşım. Hem sesim hem de sessizliğimdi…

Yazmak başlı başına cesaret isteyen bir iştir. Yazmak isteyen ama nasıl yazmaya başlaması gerektiğini bilmeyenler için önerileriniz var mı?

Gerçekten yazmayı çok isteyip de, yazmaya cesaret edemeyenlere şunu önerebilirim:

İlk önce her yazar adayının yanı başında mutlaka bir defter ve kalemi onun üçüncü gözü kulağı, hatta ayağı gibi elinin altında olmalı. Okuyup beğendiği bir yazıyı, şiiri hemen not etmeli. Ya da, okuduğu bir yazıdan, etkilendiği bir olay sonrası kendi içinden birkaç söz, mısra, düşünce o anlık geçebilir. Hiç bekletmeden yazıp kayda almalı.Bu tavrı alışkanlık haline getirdiğinizde, uykularınızı bile bölecek duruma düşerseniz artık yola çıkmış sayılırsınız.Bunun geri dönüşü yoktur, tek biletle yolculuk başlamıştır. Kendilerini şiirle ifade etmek istiyorlarsa edebiyatımızın öncü şairlerinin hepsinin, en az birer şiirini tekrar tekrar okuyup anlamaya çalışmalı.Diğer edebiyat ustalarımızın temel eserlerini mutlaka anlama gayretiyle okurlarsa, yazarlık yolunda kendi yol haritalarını kolayca belirleyeceklerine inanıyorum.

Ülkemizdeki okuma oranları hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Gözlemleriniz doğrultusunda genç nesle bakış açınızı özetleyebilir misiniz?

Bu durumu en yakından, yani öğretmen olarak görev yaptığım süreç içinde üzülerek gözlemledim ne yazık ki. Teknoloji ilerledikçe, az önce ifade ettiğim hap bilgilere ulaşım kolaylaştıkça bizim geleneksel alışkanlığımızdaki okuma düzeylerinin tersine bu alışkanlık giderek zayıfladı. Ama yine de temel eğitim çağında(0-6)yaş dönemlerinden başlayarak önce ebeveynler, sonra öğretmenlerin eğitim/öğretim metodlarına mutlaka kitap sevgisini aşılayacak teknikleri dahil etmeleri gerekir.Dijital ortamda sesli kitap yayınları da mevcutken bu seçeneği de değerlendirmek mümkündür.Görev yaptığım süre içinde, öğrencilerime kitap sevgisini oluşturma konusunda çok çaba sarfettim. Zorlansam da bu konuda başarılı sonuçlar elde ettim.O nedenle velilerin ve öğretmenlerin bu konuda örnek tutumlar içinde olarak, genç neslimize klavuz olabileceklerine inanıyorum.Yeter ki gönülden çaba sarf edilsin. Sonucu herkesi mutlu edecektir.

Değerli Gülsen Hanım, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni eserlerinizi de okuyabilmek dileğiyle…

Sevgili Hakan Bey çok teşekkürler. Sizi tanımama vesile olan yeğenim Ayşegül Koluman’a da ayrıca teşekkür ederim. Fethiye’ye ve Akdeniz’e içtenlikle selamlar olsun.

YAZARLARLA RÖPORTAJ / HAKAN BİROL SORUYOR yazısı ilk önce Fethiye Gazetesi Haber Sitesi üzerinde ortaya çıktı.
 
Üst