Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman, 25 yıl önceki “İslami hizmet Yeni Şafak ve Ensar Vakfı” başlıklı yazısını dün yeniden yayımladı. Yazının ana fikri de şu cümlesinde özetleniyordu: “Yeni Şafak, İslami hizmet için yola çıkmış, bunu amaç edinmiş bir gazetedir.”
Karaman, yazdığı gazetenin çizgisini gayet başarılı biçimde ifade ediyordu. Ama amaç gazetecilik değil, “Siyasal İslam” olunca gerçeğin eğilip bükülmesi mübah görülebiliyor. Tarikatlarda, kuran kurslarında yaşanan cinsel istismar vakaları bile “İslami camiaya karşı propaganda” olarak algılanıp, üzeri örtülebiliyor. İki yıl kadar önce Ensar Vakfı ve KAİMDER’in Karaman’daki yurt/evlerinde yaşayan 45 çocuğun cinsel istismara uğraması vakasının görmezden gelinmesi böyle bir örnekti.
Yeni Şafak, şimdi de Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızını 6 yaşında bir tarikat üyesi ile zorla evlendirmesine yönelik cinsel istismar vakasında sanıkları temize çıkarmaya girişti.
Davayla ilgili olarak 25 Eylül’de “Bu dosya sil baştan ele alınsın” ve 6 Ekim’de de “Bu sorular cevap bulmadan dava bitmez” haberleri yayımladılar. Enteresandır, davanın duruşmasına üç gün kala yayımlanan tam sayfa haberde muhabir imzası yoktu. “Ailenin avukatları tarafından mahkemeye sunulan 9 talep” esas alınmış; cinsel istismara uğrayan kadın suçlanıyor; sanıklar aleyhine somut kanıtlardan hiç sözedilmiyordu. Belli ki, amaç gazetecilik değil, bugün yapılacak duruşma öncesinde mahkemeye sanıkları aklama baskısıydı.
İçişleri Bakanlığı’na yönelik terör saldırısının ardından yine alışıldık açıklamalar geldi. Önce İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, kamuoyuna bilgi vermek yerine saldırı anına ilişkin görüntülerin ortaya çıkmasından duyduğu rahatsızlığı dışa vurdu:
“Bu görüntüleri paylaşanları uyarıyorum... Lütfen bu görüntüleri silsinler, bizim acımızı paylaşsınlar ve birliğimizin, beraberliğimizin, kardeşliğimizin yanında olduklarını göstersinler.”
Yerlikaya’nın bu açıklamasını, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğince saldırıya ilişkin erişim engeli ve yayın yasağı getirildiği duyurusu izledi.
Daha önceki terör saldırıları ve büyük felaketlerde de hep aynı yolu izledi bu siyasi iktidar. Olayın duyulmasının hemen ardından yayın yasağı ve erişim engeli getiriliyor; medyadan sadece resmi açıklamalara itibar etmeleri isteniyor.
Fakat yasak getirmekte bu kadar acul davranan otorite, toplumu bilgilendirmekte aynı titizliği göstermiyor. Yine öyle oldu. İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada da öldürülen veteriner teknisyeni Mikail Bozlağan’ın aracının gasp edilmesinin plaka tanıma sistemine ne zaman girildiği, teröristlerin Başkentin merkezine kadar nasıl gelebildikleri hakkında yeterli bilgi yoktu.
Aradan günler geçmesine rağmen hâlâ da ayrıntılı açıklamalar yok ortada. Yerlikaya ya da polis şefleri medyanın karşısına geçip soruları yanıtlamadı. Bereket ki, medya genel olarak Bakan Yerlikaya’nın çağrısına uymadı hem görüntüleri yayımladı; hem de olaya ilişkin kırık dökük de olsa bazı bilgiler yine gazeteciler marifetiyle açığa çıkarılıyor.
Siyasi iktidar toplumun haberdar olmasını istemese de soru işaretlerinin peşine düşmek gazetecilerin görevi. Ayşenur Arslan’ın Halk TV’deki programında yaptığı da buydu aslında. Büyük bölümü karanlıkta olan saldırıya ilişkin aklına takılanları dile getiriyordu. İfade biçimi sorunlu olabilir; yanlış anlamalara neden olabilecek cümleler kurmuş. Ama program sırasında teröre karşı olduğunu defalarca söylemiş, saldırıyı kınamış.
Ayşenur Arslan’ın o cümlelerinin karşılığı sosyal medyada lince maruz bırakıp, sonra da gözaltına alıp, polis eşliğinde savcılığa götürmek olmamalıydı. Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın sırf Abdullah Öcalan’a yönelik infaz düzenini eleştirdiği için 101 gün hapiste yatırılması ve daha önceki benzer örneklerle birlikte düşünüldüğünde asıl amacın yine aykırı fikirleri susturmak, sorgulayan ve eleştiren herkese gözdağı vermek olduğu anlaşılıyor.
Nitekim Halk TV’de hedeflerine ulaştılar; daha RTÜK’ün program durdurma cezası gelmeden “Medya Mahallesi” programına son verildi; Ayşenur Arslan susturuldu.
Soru soran, hoşlarına gitmeyen eleştirileri dile getiren gazetecileri gözaltına aldırarak, hapse attırarak, programlarını kaldırtarak neyi başaracaklarını sanıyorlar acaba? Bu yöntemlerle bırakın terörü önlemeyi, Ankara’nın en güvenli olması gereken merkezinde bombalar patladı. Üstüne üstlük bir de Türkiye, 2023 yılı Küresel Organize Suçlar Endeksi’nde Avrupa’da lider konuma ulaştı. Eleştirel medyayı tümden susturabilseler daha neler olur kim bilir…
Üç küçük çocuğun bir inşaatın temel çukurunda boğulup yaşamını yitirmesiyle ilgili haberlerde olayın sorumlularından söz edilmiyordu.
Akşam ve Türkiye’nin “Topun peşinden ölüme gittiler”, Sabah’ın “Toplarını almak için girdikleri inşaatta boğuldular” ile Karar’ın “3 çocuk açık bırakılan inşaat temeli kurbanı”, haberlerinde inşaatın sahibi hakkında bilgi yoktu. Anadolu Ajansı, Bianet, NTV, Dünya sitelerinde de sorumlulara değinilmiyordu.
Yeni Akit’te ise “Cemevi inşaatı üç çocuğu yuttu” başlığının yanında “cemevi inşaatının ihmalkârlığı”nın çocukların ölümüne neden olduğu vurgulanıyordu. Çocukların ölümü, akıl almaz biçimde inşaatın cemevi olmasına bağlanmıştı!
Halbuki 30 Temmuz’da temeli atılan cemevi projesi, İstanbul Valiliği’nin finansmanıyla Sancaktepe Belediye Başkanlığı tarafından yaptırılıyordu. İnşaat sorumluluğu da tamamen AKP’li Sancaktepe Belediyesi’ne aitti.
Hürriyet, Milliyet ve Yeni Şafak’ta öbür iktidar medyasından farklı olarak Sancaktepe Belediyesi’nin sorumluğundan bahsedilmişti ama onlar da “belediyenin önlem aldığını”, “belediyenin ihmali olmadığını” yazmışlardı.
BirGün’ün “Çocuklar devletin inşaatında öldü”, Cumhuriyet’in “İhmal üç can aldı”, Sözcü’nün “Nöbetçi, mesai sonrası gitmiş”, Artı Gerçek, Evrensel, KRT TV ve Gazete Duvar’ın “Üç kardeşin boğularak öldüğü inşaat belediye ve valiliğe ait çıktı” haberlerinde ise belediyenin sorumlu olduğu ve yeterli önlem almadığı aktarılıyordu.
Doğru gazetecilik de buydu. Üç küçük çocuk, bir inşaatın temel çukurunda boğulup yaşamını yitirmişse sadece ölüm haberini vermek yetmez. Haber ancak ölümün nedenlerini ve sorumlularını arayıp bularak tamamlanır.
Bu kadarla da bırakmayıp hangi belediye olduğuna aldırmaksızın Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açtığı soruşturmayı takip etmekte ve sorumlular cezalandırılana, benzer inşaatlarda önlem alınana kadar çaba harcamakta büyük kamu yarar var.
“Efsanevi grup AC/DC 20 Ekim’de İstanbul’da” haberleri, 6 Ekim’de onlarca haber sitesinde yayımlandı. Fakat çok geçmeden müzik yazarları Murat Meriç ve Güven Erkin Erkal ile müzik dünyasını yakından izleyen isimlerden itirazlar yükseldi: “20 Ekim’de AC/DC değil, grupta kısa bir süre solistlik yapan Dave Evans konser verecek. AC/DC konser haberleri yalan.”
Açıkça söylemek gerekirse, konseri düzenleyen organizatörlerin PR numarasını aynen yutmuştu internet medyası. Bu da internet medyasındaki gazetecilik reflekslerindeki zaafa işaret ediyor. Organizatörlerden gelen hazır metinler, süzgeçten geçirilmeden yayımlanınca ya da başka sitelerden haber kopyalanınca böyle sorunlar çıkması son derece doğal.
Öyle bir zaaf ki bu, AC/DC grubun İstanbul’da konser vermeyeceği anlaşılınca birçok site haberini düzeltti. Ama Artı Gerçek, CNN TÜRK, Hürriyet, Posta ve Yurt sitelerinde hâlâ duruyor AC/DC’nin konser haberi. Yanlışın farkına varamayacak kadar derin uykudalar.
Tek cümleyle:
Kanal D Ana Haber’de 3 Ekim’de yayımlanan ABD’de polisin kaçan bir suçluyu aracıyla çarparak durdurması görüntüsü, aslında 23 Ağustos 2022’de Police Activity adlı YouTube hesabından yayımlanmıştı.
A Haber’de Erkan Tan, LGBT bireylere “LGBT terör örgütü” ve “Küçük çocuklara ilgi duymak normal diyenler de bunlara katıldı” diyerek iftira attı; “nefret söylemi”nde bulundu.
Akşam, Sözcü, Karar, Milliyet ve Posta, “Profesörlerin kavgası” haberinde öbür profesörle kavga eden Prof. Dr. Galip Atasagun’un üniversitede çalıştığı bölümü ve yüzü açık fotoğrafını yayımlamasına rağmen gereksiz yere soyadını kodladı.
Sözcü TV’de Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’a sorular yönelten Uğur Dündar aynı zamanda FB’nin Divan Başkanı olduğu için program tarafsız bir gazetecilik söyleşisi olmadı.
Salih Tuna takma ismiyle yazan Sabah gazetesi yazarı Davut Kayacı, şair Ataol Behramoğlu için “Yaşlı çakal” diye hakaret etti.
Yeni Akit yazarı Ali Karahasanoğlu da eski AİHM yargıcı Rıza Türmen’e, “Utanmaz insan”, “utanmaz adam”, “yalancı adam” diyerek hakaret yağdırdı.
Türkiye’de “Yabancı karşıtlığı yatırımcıyı ürküttü” manşetinde “Yunanistan’da 250 bin dolarlık konut alımına vatandaşlık veriliyor” deniyordu ama 1 ve 3. sayfalardaki tablolarda bu miktar dolar değil “euro” olarak yazılmıştı.
Anadolu Ajansı, Akşam, TRT Haber, Türkiye ve Yeni Şafak, Göbeklitepe’de bulunan iki eliyle cinsel organını tutan erkek heykelinin fotoğrafını alt tarafını sansürleyerek kullandı.
Akşam, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “mülakat sınavı” hakkındaki sözlerini yayımlarken, SP’nin kamu personel sınavlarında mülakatın kaldırılması önerisinin AKP ve MHP oylarıyla reddedilmesine yer vermedi.
Sözcü’nün TV sayfasında “Siyaset gündeminin perde arkası tartışılıyor” başlığı yanlıştı; gündemin değil siyasi gelişmelerin “perde arkası” olur.
Korkusuz’daki “Eda Taşpınar Boğaz’da kano yaptı” başlığında “...kano ile gezdi” denilse daha doğru olacaktı.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Karaman, yazdığı gazetenin çizgisini gayet başarılı biçimde ifade ediyordu. Ama amaç gazetecilik değil, “Siyasal İslam” olunca gerçeğin eğilip bükülmesi mübah görülebiliyor. Tarikatlarda, kuran kurslarında yaşanan cinsel istismar vakaları bile “İslami camiaya karşı propaganda” olarak algılanıp, üzeri örtülebiliyor. İki yıl kadar önce Ensar Vakfı ve KAİMDER’in Karaman’daki yurt/evlerinde yaşayan 45 çocuğun cinsel istismara uğraması vakasının görmezden gelinmesi böyle bir örnekti.
Yeni Şafak, şimdi de Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızını 6 yaşında bir tarikat üyesi ile zorla evlendirmesine yönelik cinsel istismar vakasında sanıkları temize çıkarmaya girişti.
Davayla ilgili olarak 25 Eylül’de “Bu dosya sil baştan ele alınsın” ve 6 Ekim’de de “Bu sorular cevap bulmadan dava bitmez” haberleri yayımladılar. Enteresandır, davanın duruşmasına üç gün kala yayımlanan tam sayfa haberde muhabir imzası yoktu. “Ailenin avukatları tarafından mahkemeye sunulan 9 talep” esas alınmış; cinsel istismara uğrayan kadın suçlanıyor; sanıklar aleyhine somut kanıtlardan hiç sözedilmiyordu. Belli ki, amaç gazetecilik değil, bugün yapılacak duruşma öncesinde mahkemeye sanıkları aklama baskısıydı.
İtinayla gazeteci susturulur
İçişleri Bakanlığı’na yönelik terör saldırısının ardından yine alışıldık açıklamalar geldi. Önce İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, kamuoyuna bilgi vermek yerine saldırı anına ilişkin görüntülerin ortaya çıkmasından duyduğu rahatsızlığı dışa vurdu:
“Bu görüntüleri paylaşanları uyarıyorum... Lütfen bu görüntüleri silsinler, bizim acımızı paylaşsınlar ve birliğimizin, beraberliğimizin, kardeşliğimizin yanında olduklarını göstersinler.”
Yerlikaya’nın bu açıklamasını, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğince saldırıya ilişkin erişim engeli ve yayın yasağı getirildiği duyurusu izledi.
Daha önceki terör saldırıları ve büyük felaketlerde de hep aynı yolu izledi bu siyasi iktidar. Olayın duyulmasının hemen ardından yayın yasağı ve erişim engeli getiriliyor; medyadan sadece resmi açıklamalara itibar etmeleri isteniyor.
Fakat yasak getirmekte bu kadar acul davranan otorite, toplumu bilgilendirmekte aynı titizliği göstermiyor. Yine öyle oldu. İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada da öldürülen veteriner teknisyeni Mikail Bozlağan’ın aracının gasp edilmesinin plaka tanıma sistemine ne zaman girildiği, teröristlerin Başkentin merkezine kadar nasıl gelebildikleri hakkında yeterli bilgi yoktu.
Aradan günler geçmesine rağmen hâlâ da ayrıntılı açıklamalar yok ortada. Yerlikaya ya da polis şefleri medyanın karşısına geçip soruları yanıtlamadı. Bereket ki, medya genel olarak Bakan Yerlikaya’nın çağrısına uymadı hem görüntüleri yayımladı; hem de olaya ilişkin kırık dökük de olsa bazı bilgiler yine gazeteciler marifetiyle açığa çıkarılıyor.
Siyasi iktidar toplumun haberdar olmasını istemese de soru işaretlerinin peşine düşmek gazetecilerin görevi. Ayşenur Arslan’ın Halk TV’deki programında yaptığı da buydu aslında. Büyük bölümü karanlıkta olan saldırıya ilişkin aklına takılanları dile getiriyordu. İfade biçimi sorunlu olabilir; yanlış anlamalara neden olabilecek cümleler kurmuş. Ama program sırasında teröre karşı olduğunu defalarca söylemiş, saldırıyı kınamış.
Ayşenur Arslan’ın o cümlelerinin karşılığı sosyal medyada lince maruz bırakıp, sonra da gözaltına alıp, polis eşliğinde savcılığa götürmek olmamalıydı. Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın sırf Abdullah Öcalan’a yönelik infaz düzenini eleştirdiği için 101 gün hapiste yatırılması ve daha önceki benzer örneklerle birlikte düşünüldüğünde asıl amacın yine aykırı fikirleri susturmak, sorgulayan ve eleştiren herkese gözdağı vermek olduğu anlaşılıyor.
Nitekim Halk TV’de hedeflerine ulaştılar; daha RTÜK’ün program durdurma cezası gelmeden “Medya Mahallesi” programına son verildi; Ayşenur Arslan susturuldu.
Soru soran, hoşlarına gitmeyen eleştirileri dile getiren gazetecileri gözaltına aldırarak, hapse attırarak, programlarını kaldırtarak neyi başaracaklarını sanıyorlar acaba? Bu yöntemlerle bırakın terörü önlemeyi, Ankara’nın en güvenli olması gereken merkezinde bombalar patladı. Üstüne üstlük bir de Türkiye, 2023 yılı Küresel Organize Suçlar Endeksi’nde Avrupa’da lider konuma ulaştı. Eleştirel medyayı tümden susturabilseler daha neler olur kim bilir…
Hani ölümün sorumluları?
Üç küçük çocuğun bir inşaatın temel çukurunda boğulup yaşamını yitirmesiyle ilgili haberlerde olayın sorumlularından söz edilmiyordu.
Akşam ve Türkiye’nin “Topun peşinden ölüme gittiler”, Sabah’ın “Toplarını almak için girdikleri inşaatta boğuldular” ile Karar’ın “3 çocuk açık bırakılan inşaat temeli kurbanı”, haberlerinde inşaatın sahibi hakkında bilgi yoktu. Anadolu Ajansı, Bianet, NTV, Dünya sitelerinde de sorumlulara değinilmiyordu.
Yeni Akit’te ise “Cemevi inşaatı üç çocuğu yuttu” başlığının yanında “cemevi inşaatının ihmalkârlığı”nın çocukların ölümüne neden olduğu vurgulanıyordu. Çocukların ölümü, akıl almaz biçimde inşaatın cemevi olmasına bağlanmıştı!
Halbuki 30 Temmuz’da temeli atılan cemevi projesi, İstanbul Valiliği’nin finansmanıyla Sancaktepe Belediye Başkanlığı tarafından yaptırılıyordu. İnşaat sorumluluğu da tamamen AKP’li Sancaktepe Belediyesi’ne aitti.
Hürriyet, Milliyet ve Yeni Şafak’ta öbür iktidar medyasından farklı olarak Sancaktepe Belediyesi’nin sorumluğundan bahsedilmişti ama onlar da “belediyenin önlem aldığını”, “belediyenin ihmali olmadığını” yazmışlardı.
BirGün’ün “Çocuklar devletin inşaatında öldü”, Cumhuriyet’in “İhmal üç can aldı”, Sözcü’nün “Nöbetçi, mesai sonrası gitmiş”, Artı Gerçek, Evrensel, KRT TV ve Gazete Duvar’ın “Üç kardeşin boğularak öldüğü inşaat belediye ve valiliğe ait çıktı” haberlerinde ise belediyenin sorumlu olduğu ve yeterli önlem almadığı aktarılıyordu.
Doğru gazetecilik de buydu. Üç küçük çocuk, bir inşaatın temel çukurunda boğulup yaşamını yitirmişse sadece ölüm haberini vermek yetmez. Haber ancak ölümün nedenlerini ve sorumlularını arayıp bularak tamamlanır.
Bu kadarla da bırakmayıp hangi belediye olduğuna aldırmaksızın Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açtığı soruşturmayı takip etmekte ve sorumlular cezalandırılana, benzer inşaatlarda önlem alınana kadar çaba harcamakta büyük kamu yarar var.
Konser aldatmacası
“Efsanevi grup AC/DC 20 Ekim’de İstanbul’da” haberleri, 6 Ekim’de onlarca haber sitesinde yayımlandı. Fakat çok geçmeden müzik yazarları Murat Meriç ve Güven Erkin Erkal ile müzik dünyasını yakından izleyen isimlerden itirazlar yükseldi: “20 Ekim’de AC/DC değil, grupta kısa bir süre solistlik yapan Dave Evans konser verecek. AC/DC konser haberleri yalan.”
Açıkça söylemek gerekirse, konseri düzenleyen organizatörlerin PR numarasını aynen yutmuştu internet medyası. Bu da internet medyasındaki gazetecilik reflekslerindeki zaafa işaret ediyor. Organizatörlerden gelen hazır metinler, süzgeçten geçirilmeden yayımlanınca ya da başka sitelerden haber kopyalanınca böyle sorunlar çıkması son derece doğal.
Öyle bir zaaf ki bu, AC/DC grubun İstanbul’da konser vermeyeceği anlaşılınca birçok site haberini düzeltti. Ama Artı Gerçek, CNN TÜRK, Hürriyet, Posta ve Yurt sitelerinde hâlâ duruyor AC/DC’nin konser haberi. Yanlışın farkına varamayacak kadar derin uykudalar.
Tek cümleyle:
Kanal D Ana Haber’de 3 Ekim’de yayımlanan ABD’de polisin kaçan bir suçluyu aracıyla çarparak durdurması görüntüsü, aslında 23 Ağustos 2022’de Police Activity adlı YouTube hesabından yayımlanmıştı.
A Haber’de Erkan Tan, LGBT bireylere “LGBT terör örgütü” ve “Küçük çocuklara ilgi duymak normal diyenler de bunlara katıldı” diyerek iftira attı; “nefret söylemi”nde bulundu.
Akşam, Sözcü, Karar, Milliyet ve Posta, “Profesörlerin kavgası” haberinde öbür profesörle kavga eden Prof. Dr. Galip Atasagun’un üniversitede çalıştığı bölümü ve yüzü açık fotoğrafını yayımlamasına rağmen gereksiz yere soyadını kodladı.
Sözcü TV’de Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’a sorular yönelten Uğur Dündar aynı zamanda FB’nin Divan Başkanı olduğu için program tarafsız bir gazetecilik söyleşisi olmadı.
Salih Tuna takma ismiyle yazan Sabah gazetesi yazarı Davut Kayacı, şair Ataol Behramoğlu için “Yaşlı çakal” diye hakaret etti.
Yeni Akit yazarı Ali Karahasanoğlu da eski AİHM yargıcı Rıza Türmen’e, “Utanmaz insan”, “utanmaz adam”, “yalancı adam” diyerek hakaret yağdırdı.
Türkiye’de “Yabancı karşıtlığı yatırımcıyı ürküttü” manşetinde “Yunanistan’da 250 bin dolarlık konut alımına vatandaşlık veriliyor” deniyordu ama 1 ve 3. sayfalardaki tablolarda bu miktar dolar değil “euro” olarak yazılmıştı.
Anadolu Ajansı, Akşam, TRT Haber, Türkiye ve Yeni Şafak, Göbeklitepe’de bulunan iki eliyle cinsel organını tutan erkek heykelinin fotoğrafını alt tarafını sansürleyerek kullandı.
Akşam, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “mülakat sınavı” hakkındaki sözlerini yayımlarken, SP’nin kamu personel sınavlarında mülakatın kaldırılması önerisinin AKP ve MHP oylarıyla reddedilmesine yer vermedi.
Sözcü’nün TV sayfasında “Siyaset gündeminin perde arkası tartışılıyor” başlığı yanlıştı; gündemin değil siyasi gelişmelerin “perde arkası” olur.
Korkusuz’daki “Eda Taşpınar Boğaz’da kano yaptı” başlığında “...kano ile gezdi” denilse daha doğru olacaktı.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]